Bir kırık gözlük, bir keskin kalem: Uğur Mumcu

Hukuk Fakültesinin devrimci asistanı, sakıncalı piyade eri, kitleleri ardına takan cesur kalem. Uğur Mumcu’dan geriye 50 yıllık yaşamına sığdırdığı mücadelesi, keskin kalemi ve kırık gözlüğü kaldı.

Uğur Mumcu 1942 yılının 22 Ağustos’unda Kırşehir’de dünyaya gözlerini açtı. Doğumundan kısa süre önce babasına çıkan piyango nedeniyle adı “Uğur” oldu. 4 kardeşten biriydi. İlk ve orta öğretimi Ankara’da okudu. Aktif bir öğrenciydi. 1961’de avukat olmak üzere Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine başladı. 1963’te fakültede öğrenci derneği başkanı seçildi. Fakültenin İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta’nın asistanlığını yaptı.

Vatan ve Atatürk sevdası ailesinden geliyordu. Bağımsız Türkiye’den yana oldu. Terörün karşısında dimdik durdu. Üniversite kürsüleri onu durdurmaya yetmedi. Gözünü gazeteciliğe dikti. Henüz öğrenciyken 26 Ağustos 1962’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Türk Sosyalizmi” başlıklı makalesi ile Yunus Nadi Ödülünü aldı. Askerliği de hareketli geçti. Bir yazısında kullandığı “Ordu uyanık olmalı” sözleri nedeniyle gözaltına alındı. Askerliğini yedek subay olarak yapması gerektiği halde Ağrı’ya gönderildi. Resmi tanımıyla “Sakıncalı piyade eri” olarak tamamladı. Ağır koşullar altında askerliğini yapan Mumcu, ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. O günleri “Sakıncalı Piyade” kitabında anlattı.

Birçok gazetede çalıştı. Yüzlerce köşe yazısı kaleme aldı. Usta kalem; MİT, CİA, mafya ilişkilerini, uyuşturucu ticareti cinayetlerini Amerika’nın Ortadoğu planlarını, PKK ve ABD bağlantısını ve Körfez Savaşında ABD’ye karşı konumlandı. Yazılarında baş hedef Amerika’ydı. Uğur Mumcu emperyalist kuvvetlerin üzerine yürüdü.

Keskin kalemi ile dikkatleri üzerine topladı ve 1993 yılının 24 ocağında Ankara karlı sokaktaki evinin önünde aracına yerleştirilen C-4 tipi patlayıcının infilak etmesi sonucu ile yaşamını yitirdi. Onu son yolculuğuna binlerce kişi uğurladı. Ertesi gün tüm gazetelerde aynı manşet vardı: “Susmayacağız.”

Ölümündeki iddialar çoktu. Suikastı İran’ın düzenlediği öne sürüldü. Hemen ardından olay yerinde inceleme yapılırken uzmanların cımbızla toplanması gereken delillerin süpürge ile süpürüldüğü iddia edildi. Suikastı İslami hareket İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler üstlendi. Suikastın arkasında MOSSAD ve Kontrgerillanın olduğu da iddia edildi. Ergenekon sanıklarından Ümit Oğuztan, iddianamede yer alan ifadesinde Mumcu’nun seri numarası silinmiş ve sözde Kürdistan Demokratik Partisi Lideri Celal Talabani’ye götürülen silahları araştırması nedeniyle öldürüldüğünü öne sürdü.

Uğur Mumcu’nun ağabeyi Ceyhan Mumcu, kendi yaptığı araştırmada ölümüne yakın bir süre içerisinde MOSSAD ve Barzani ilişkisi ortaya çıkınca, İsrail Büyükelçisinin ısrarla kardeşi Mumcu’yla bire bir olarak görüşmek istediği ancak Uğur’un tek görüşmeyi kabul etmemesine rağmen görüşmenin yapıldığını belirtti.

Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya taziye ziyaretleri sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, cinayeti çözmenin devletin namus borcu olduğunu belirterek adeta namus sözü verdi. Ama yıllar geçmesine rağmen suikastın failleri yakalanamadı. Cinayeti de ardında bıraktığı sorular da faili meçhul kaldı.

Uğur Mumcu’nun daha iyi bir Türkiye bırakma mücadelesi, gerçeklerin gün yüzüne çıkarılması, yazıları, kitapları ve makaleleriyle bugün hala bizleri aydınlatıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir